A password will be e-mailed to you.

Selim Birsel İstanbul ve Ankara’da üç sergiyle seyirci karşısında. Sanatçı, işlerini büyüyüp gelişen bir organizmaya eklenen birimler olarak görüyor.

 

 

SE: Eserlerin şu anda İstanbul’da Arter’de, Depo’da ve Egeran Galeri’de; Ankara’da da m1886’da sergileniyor.  Bu çalışmaları eş zamanlı olarak geliştirdin. Sergiler arasında bir ilişki var mı? Varsa, nasıl?

SB: Geçenlerde not defterimi karıştırırken, şu an Depo’da sergilenen “Paravanlar” işimin 2009 kışında yaptığım ilk karalamalarıyla karşılaştım. O günden bu yana bu işi gerçekleştirmenin yollarını ve koşullarını aradım. İstanbul’da bu işi kaldıracak ve bürokratik olarak yormayacak tek mekan Depo idi. Kasım 2011’de bir sergi başvurusu dosyası yaptım ve yaklaşık bir buçuk ay bekledikten sonra gelen olumlu cevap üzerine çalışmamı bir programa oturtup, hızlandırdım. Küratörün kim sorusuna kendi adımı yazdım, destekleyici maddesine yine kendi adımı yazdım, her şeyi kendi yağımda kavuracaktım. Başlangıçta tek bir sergiydi, ama sonrasında diğerleri eklenmeye başlayınca ilk tepkim üstesinden gelebilir miyim oldu; bir ay gibi bir zaman diliminde sergiler üst üste geleceklerdi. Sergilerin hem tematik, hem isimleriyle, hem işleri üretme yöntemlerim içinde birbirlerine göndermeler barındırmaları doğal olarak gelişti diyebilirim. Üstesinden geldim mi? Eğer burada seninle konuşabiliyorsak ve bizleri okuyorlarsa bir şeyler olmuş demek. Sergilerin isimleri şöyle: “Arka Bahçede Yetiştirilir”, “Gece”, “Tetikte”, “Adım Adım”. Tabii, isterseniz isimlerin yerlerini değiştirebilirsiniz. Bir de bunlara eklenen ve formunu son bir ay içerisinde bulan “Haberler İzlenimler” adlı sanatçı kitabım oldu.    

 

SE: Geleneksel anlamda bir atölye çalışman yok. Bir sergi ya da eser grubu geliştirirken yaklaşımın nasıl oluyor? 

SB: Benim için sanatsal bir çalışmada süreklilik önemli. Yıllardan beri neredeyse her gün sanat adına bir şey yapmışımdır. Bu bir desen, bir karalama, bir not, bir deney, bir alışveriş, bir fotoğraf, bir okuma gibi uzayıp gider. Sanırım seyahat etmek, başka bir deyişle hareket etmek benim için en doyurucu çalışma ortamı oluyor. 1999’dan bu yana geleneksel anlamda bir atölyem yok ve çalıştığım yere “Cabinet” adını verdim. Hareket halindeki çalışma ve üretme eylemimi “Cabinet”m içinde filtre ediyorum, olgunlaştırıyorum. İşlerin gerçekleşmesi için teknik desteğe ihtiyaç duyuyorsam yerine gidip buluyorum. Çoğu zaman işler sergilenecekleri yerlerde de doğuyor; mekanı, bir oyun alanı olarak düşünüyorum. Belki bu yüzden sergilerin yerleşim süreçlerinde çok zaman alıyorum. Mesela Arter’i on gün, Depo’yu yedi gün gibi bir zaman diliminde yerleştirdim. Bu sürede her gün mekana gidip gelerek; genelde bu süreler içerisinde yalnız çalışıp, bana destek olabilecek kişileri en az yoracak, en az rahatsız edecek imkanları yaratmaya gayret ediyorum.     

 

SE: Egeran Galeri’deki “Adım Adım” serginin teması Kıbrıs. Sergi çocukluk anılarınla birlikte bir yetişkin olarak Kıbrıs’ın sosyo-politik durumuna dair izlenimlerinden de besleniyor. Bu tür öznel ve nesnel bakış açılarının birleşimi, sanat pratiğinde alışılmış bir özellik mi? 

SB: Sanat işini ben yapıyorum, bu bir yere kadar doğru olabilir; bazı çalışmalarımdaysa benim işaret ettiğim bir durumu ziyaretçi işe çeviriyor. Benim bakışımdan bana ulaşan duyguları, bilgileri, karşılaşmaları, dediğin gibi öznel olandan bir adım yana geçip; daha nesnel, herkesin durduğu bir yerden bakarak işaret etmeyi tercih ediyorum sanırım. Fazla öznel bir alanda kalırsam iş kendi içine kapanır ve belki artık ona bakan dış gözlere de görünmez olur; ki bu benim durmak istediğim bir yer değil.

 

SE: Sanat eserlerinin bir araya geldiğinde yarattığı anlam ve etki üzerine ne düşünüyorsun?

SB: İşlerimin tümünü tek vücutta yaşayan bir organizma olarak görüyorum. Üretilen her yeni iş bu organizmaya yeni bir uzuv ekliyor ve bu organizma büyümeye devam ediyor. Bilimsel olarak buna “Gesamtkunstwerk” de diyebiliriz. 

 

SE: Seni bir kavramsalcı (conceptualist)  kadar bir renkçi (colorist) olarak da görüyorum. Eserlerindeki biçimsel özellikler ve rengin fotoğraflarındaki işlevi üzerine yorumlarını son dönem sergilerin özelinde alabilir miyim?

SB: Her yeni işime bir resimle başlarım. Bu iş, mekan içerisinde üç boyutlu ve farklı malzemelerden oluşan bir yerleşim, bir video/film, bir fotoğraf olsa bile, yine bir resim yapmış olurum ve işe resimsel bir düşünce çerçevesinden, bir tablodan bakmayı tercih ederim. Özellikle şu an Arter’de, Egeran Galeri’de ve Depo’da sergilenen fotoğraflara gelirsek, onlar da rengin ve ışığın birleşiminden doğan resimler. Bu fotoğraf/resimlerde ağırlıklı olarak kırmızının, yeşilin, sarının ve mavinin tonları dominant bir yer tutuyor. Birbirini tamamlayıcı renkler veya bunların zıtlıkları bir arada yer alıyor. Ziyaretçiyi ışığın ve rengin içine davet ederek; hareket eden vücutta, bakan gözde tam olarak tanımlayamadığı bir elektriklenme hissetmesini sağladıysam ne mutlu bana.   

 

SE: Aynı zamanda çalıştığın malzemeler sürekli bir etki bırakıyor. Örneğin, Egeran Galeri’deki aydınlatma yerleştirmesini üretirken kullandığın kap kağıdı. Seni çeken malzemelerin doğasıyla ilgili düşüncelerin neler? Malzemelerin çalışmakta olduğun yerdeki toplulukla da bir bağları varmış gibi görünüyor. Belki de bu şekilde paylaşılan bir deneyime değiniyorsun?

SB: Mavi kap kağıdı toplumsal belleğimizde çok eskilere dayanıyor. Benden biraz büyük ve benim yaşımdakiler ilkokul çağlarında defterlerini ve kitaplarını kaplamak için kullanırlardı; 1974 yılının Ağustos ayında Kıbrıs çıkartması olduğunda Türkiye’de uygulanan karartma geceleri sırasında babamla evimizin pencerelerini, arabamızın farlarını da bu kağıtla kaplamıştık. Bir şeyleri kaplamak/kapatmak bazen onları açığa vurmaktır. Bir kelimenin altını çizmek, onu görünür kılmak gibi… Mavi kap kağıdı benim vokabülerim içerisinde 1990’da “Alanını Aç” isimli çalışmamdan bu yana bir “leitmotif” nakarat gibi yer alıyor. Şu ara süren dört sergide de çeşitli biçimlerde kendine yer buluyor. 

 

SE: Arter’deki sunumun geçmiş yıllardan önemli eserlerini içeriyor; böylece izleyici de tematik bir sertlikle karşılaşıyor. Eski ve yeni dönem eserlerinin birlikte sergilenmesi nasıl bir anlam birlikteliği oluşturuyor?

SB: Az önce dediğim gibi tüm işler tek bir vücutta yaşayan bir organizma gibi. Böyle olunca bu vücut içerisinde her sınıra, her kıvrıma gidebilme özgürlüğünü tanıyorum kendime. Sanıyorum Arter’deki “Arka Bahçede Yetiştirilir” adlı yerleştirme, dediğin gibi tematik bir sertlik içerse de; bazen unutulmuş, yitirilmiş bir bellekten de söz ediyor. Bunu uyandırmam, ziyaretçinin zihninde bir soru sordurmam, izleyiciye o yerleştirmenin içinde bir zerre kendisiyle hesaplaşma imkanı vermem; bir şekilde yerleştirme adı verilen sanat pratiğinin ne kadar esnek, değişken bir disiplin olduğuna işaret ediyor. Yoksa kendi kuralları olan bir ayin mi? 

 

SE: Heykel, fotoğraf, film gibi farklı tekniklerde çalışıyorsun. Bu tekniklerin sergilerindeki etkileşimiyle ilgili ne düşünüyorsun? Özellikle fotoğraflarındaki görünür raslantısallığa karşı, titiz süreçlerin sonucu ortaya çıkan heykellerin ilgimi çekiyor. Bu fark bir yanılsama mı? Yoksa tekniğe bağlı olarak öznelerine olan çalışma yaklaşımın da değişkenlik mi gösteriyor?

SB: Fotoğraflarım, ve özellikle bu sergiler için Kuad Galeri’nin desteğiyle her biri numaralı ve imzalı 50 adet olarak hazırladığım “Haberler İzlenimler” sanatçı kitabım için geçerli olabilir. Ama yine de bazı görüntüler rastlantısal olsalar da bunların seçimleri, şu an yer aldıkları cildin oluşumu ve sunumu için titizlik kelimesi kullanılabilir. Bu fotoğrafları çektiğim şehirlerde “Flaneur”lük (aylaklık) yapıyorum ve cebime bir sürü rastlantısal nesne topluyorum; bunlar o şehirde nerede dolaştığımın bir suretini çıkarıyor. Depo’da “Cabinet du Flanerie Rhizome” bölümünde bir tutam koleksiyon görebilirsiniz.  Bu tip bir aktivite, ilk başta basit görünebilecek bir hareket sonrasında “Cabinet” içerisinde filtre ediliyor, pişiyor, sorulabilecek tüm sorulara maruz kalıyor, olgunlaşıyor, karakteri şekilleniyor ve bir gün hazır olduğunda dış gözlerle karşılaşmaya çıkıyor. Ben artık ondan bir süreliğine ayrılıyorum. Büyük hareketler için bir sürü küçük hareket yapmak lazım; az önce de dediğim gibi sürekliliği sağlamak ve rastlantıları zorlamadan onlara inanmak gerekir.         

 

SE: Egeran Galeri’de mekanı kullanımından etkilendim. Minimal jestlerle anlam ve duygu açısından zengin bir ortam yarattın. Mesela Arter’deki sunumun çok daha yoğun. Depo’nun da farklı bir etkisi var. Mekanın kendisi yerleştirmelerini nasıl etkiliyor?

SB: Yerleştirmeler mekandan mekana değişir. Bazen nefes aldırır, bazen de nefessiz bırakabilir. Arter’deki “Arka Bahçede Yetiştirilir” ağırlıklı olarak hazır veya her biri diptik mantığından doğan değişik nesnelerin bir araya gelmesiyle oluşuyor; serginin genel teması itibariyle yoğun ve ziyaretçide tekinsiz bir duygu bırakıyor. Depo’daki “Paravanlar” işimin içinde klostrofobi hissi yaşayan kişiler; ama aynı zamanda öpüşen çiftler, saklambaç oynayan çocuklar olmuş. Serginin ikinci katında ise gezenlerin uzun vakit geçirip, değişik işlerle baş başa kaldıklarına tanık oldum. m1886’daki “Gece” sergisinin gezenlere daha içe dönük, mahrem bir duygu yaşattığı kulağıma geldi. Egeran Galeri’deki “Adım Adım” belki de bu sergiler arasında en minimal olanı. Yine de “Sinek Sarısı”nın alışa gelmemiş, ama kendi doğasında doğru bir yükseklikte yerleşmiş olması; “BM Oyun Alanı”nın karanlıkta kalması ve mekanın uzun duvarının sonunda tek bir aydınlatma altında eseri keşfedişimiz;  “Ampüte”nin yönünün ziyaretçiyle yüzleşmesi ve sonrasında ziyaretçiyi sırtına alması gibi… İşlerin yerleşimlerinin bulundukları yer, renk, ışık, ısı ve kokuyla bağlantılı olduğuna inanıyorum.         

 

SE: Sergilerinde izleyicinin rolü üzerine bir yorumumu belirtmek istiyorum. Bana kalırsa sergilerinin çekiciliği yoruma açıklıklarından ve izleyiciyi eserlerle kendi ilişkilerini keşfetmeye davet etmesinden kaynaklanıyor. Peki sen izleyiciyle nasıl bir diyaloğu öngörüyorsun?

SB: Eğer ziyaretçi işlerim karşısında kendinden bir parça buluyorsa; eserlerim onun kendi varlığında bir yere gitmesine yardımcı olabilmişlerse, o sözünü ettiğin diyaloğu kurmuşumdur. Bu diyalog bazen sözcüklerle ifade edilmeyebilir; duygunun dışa vurumu bir mimik, bir dokunuş veya yalnızca kendi içlerinde, paylaşmak istemedikleri mahrem bir boşlukta, yankılanması olabilir.      

 

SE: Son olarak, eserlerinde ele alınan konuların ciddiyetinin, ince ve muzip bir mizah duygusuyla kontrol altında tutulduğuna inanıyorum. Çalışmalarınla, kişi yarattığı dünyanın absürtlüğünün farkına varıyor. Yaptıklarında bir parça Dada var mı?

SB: Sanat tarihinin koridorlarında Mürüvvet’le sanat üzerine konuşurken hep dönüp dolaşıp Dada’ya çarptığımızın farkına varırız. Dada geniş, derin; bir o kadar da oluştuğu, vücut bulduğu alanlar itibariyle hem yakın hem de uzak bir uzuv. Oraya da başka bir gün gideriz. 

 

Fotoğraflar (üstten aşağıya)

Selim Birsel

Arka Bahçede Yetiştirilir, 2012

Haset Husumet Rezalet, 2013

Arter, Yerleştirme Görüntüsü

Fotoğraf: Murat Germen

Selim Birsel
Tetikte, 2013

Depo, Yerleştirme Görüntüsü

Fotoğraf: Selim Birsel

Selim Birsel
Adım Adım, 2013

Egeran Galeri, Yerleştirme Görüntüsü

Fotoğraf: Emel Ernalbant

Selim Birsel
Gece, 2013

m1886, Yerleştirme Görüntüsü

Fotoğraf: Selim Birsel


Selim Birsel, Portre

Fotoğraf: Mahmoud Hanafy



Fotoğraf: Arka Bahçede Yetiştirilir, Murat Germen





* Tüm görseller Arter, Egeran Galeri ve sanatçının izniyle kullanılmıştır.

Daha fazla yazı yok
2024-11-02 19:41:00