Otis Rush’tan nefesler alarak nefeslere doğru uzanırken, bir gece önce aynı sahnede şarkı söylemişken, sabahında, Can Gox ile Göksu’nun yeşillikleri arasında söyleşiyoruz.
“Gözümü kapatıp şarkımı söylüyorum; benim yaptığım şey bu” diyor Can… Onunla ortak geçmişimiz epey eski… Aynı sahnelerde şakımak; onlarca cem seansı, ortak tutkumuz blues, soul ve gospel ama önünde sonunda, döne dolaşa, Anadolu’nun karnımıza gömdükleri ile yepyeni yollara çıkmak… Bu yüzden, bu mülakatı iki yoldaş olarak yaptık diye düşünüyorum.
Sarp Keskiner: Albüm fikri nasıl ortaya çıktı?
Can Gox: “Kaybedenler Klübü” filminden sonra olay kendiliğinden bir yere geldi ve bir albüm gerekliliği doğdu. “Haydar Haydar” yorumum “Kuzey ve Güney’de yayınlanınca firmalar beni albüm kaydetmem için gittikçe zorlamaya başladı. Bir yandan kimi firmalarla görüşmeye başladık; diğer yandan beste aşamasına girdik. Bizim kafamızda prodüksiyon ve albümün üretim sürecine dair çok net bir yaklaşım vardı ve tüm görüşmelerden sonra, Sarı Ev bize bu koşulları eksiksiz olarak sunan firma olarak öne çıktı. Bize stüdyonun çatı katını açtılar, sınırsız ve çok rahat bir çalışma ortamı sağladılar. Biz de kapıyı kitleyip işe koyulduk.
Sarp Keskiner: Herşeyi canlı kaydettiniz o zaman?
Can Gox: Tabii, albümü tamamen canlı kaydettik. Dört ay gibi bir sürede on yedi şarkı yaptık. Besteler de bu çalışma süresince çıktı. “Haydar Haydar”dan sonra elimizde hiçbir beste yoktu. Önce Erdem (Tarabuş), Gülce (Duru) ve ben bir araya gelip albümün duruşunun nasıl olması gerektiğini tasarladık; uzun uzun üzerine düşündük.
Sarp Keskiner: Ben de onu soracaktım aslında: “Kaybedenler Klübü” için kaydettiğiniz parçalar ve bilhassa “Haydar Haydar” yorumu albüme giden yolda çok belirleyici ve şöyle sorayım; sınırlayıcı olmadı mı? Sizin bu kendi aranızda yürüttüğünüz fikir alışverişi sürecinde “Kaybedenler Klübü” için kaydetmiş olduklarınız mı albümün çıkış noktasını teşkil etti; “Haydar Haydar”dan mı yola çıkarak kurmaya başladınız albümü?
Can Gox: Biz albüm olursa yüzde yüz Türkçe olmalı diyorduk zaten…
Sarp Keskiner: Niye? Sen daha önce bildiğim kadarı ile Türkçe bir şeyler hiç söylemedin…
Can Gox: Ya, bunun herhalde zamanla ilgisi var… Zaman dedik ya az önce; insanın içinden artık Türkçe şarkı yapmak, yazmak, söylemek geliyor bir aşamaya varınca… Bu şuna benziyor: “Seni seviyorum” demek geliyor içinden. Önceleri “I love you” demişsin hep ama “seni seviyorum” demekle o “i love you”daki hissiyat farkı işte… Beni kesmiyor artık o “i love you”. İngilizceyi çok sevmeme rağmen bir yerden sonra kendimi olduğu gibi ifade etmek adına bir eksiklik hissetmeye başladım. Yaş da etkili herhalde; o kadar sene İngilizce ile ve blues, soul ile hemhal olduktan sonra ortaya çıkıyor Türkçe; kendi anadilinde kendi kendini ifade edebilme arzusu… “Haydar Haydar”, Türkçe söylemek adına benim ilk tecrübemdi ve sonuç çok hoşuma gitti. Aslında belki de belli bir yaşa geldiğimizde, kendimizi bulma adına önceden çıkılmış tüm yolculuklardan elimizde kalanlardan yeni bir “ben” yaratıyoruz…
Sarp Keskiner: Peki, senin bu bahsettiğimiz noktaya gelme sürecinde dünden bugüne okudukların, yazdıkların, dinlediklerin, yaşadıkların nasıl bir bileşimde toplanıyor? Yaş konusundaki tespitine katılıyorum. Bugün sabah Kerouac okusam, akşam Hayyam okusam, sonuçta her ikisi de artık benim benime, özüme ait bir süzgeçten geçerek içselleşiyor. Tüm bunları duruşuma, vizyonuma göre uyumluyorum. Aslında o birbirinden farklı görünen iki şey, tek bir şeyde birleşiyor. Bu tespitini seninle ortak müzikal tutkumuz blues üzerinden tanımlamanı istiyorum: Hayyam ve blues yan yana niye ve nasıl gelebiliyor?
Can Gox: Bakınca, her ikisinin çıkış noktası aynı: Bir nefes. Kaan Ağabey’in (Çaydamlı) zamanında ettiği bir laf vardı: “Cazın yeni bir nefese ihtiyacı var, belki neydir, belki başka bir şeydir.” Bunun tarifi yok ama bir hissiyatı var; blues’un da bir tarifi yok ama bir hissiyatı var… Çalar ve söylerken ne hissediyorsak o oluyor ve o an karşı tarafa da aynı hissi iletebiliyorsak, pür gerçek ve çok insani bir durumdan bahsediyoruz. Blues adına söylersek, bu hissiyatın bir coğrafyası yok; Anadolu, Yeni Zelanda veya Afrika; bir sınırı da yok… Gözümü kapatıp şarkımı söylüyorum; benim yaptığım şey bu. Blues’un bugünü adına hep tartıştığımız ve rahatsız olduğumuz şey de o değil mi zaten? Konvansiyonellik ve çalgı performansında öne çıkan güç ve gösteriden ziyade, blues’un aslında tamamen anlık hissiyatlardan doğduğunun nasıl unutulmuş olduğu… Seni sahnede izlerken baktım; sen de gözün kapalı söylüyorsun. Bizim ait olduğumuz hissiyat dünyasında gözler kapanıyor. Gözü açık şarkıcı, bana kendimi iyi hissetirmiyor…
Sarp Keskiner: Sözler nasıl ortaya çıktı?
Can Gox:Çok anlık şeyler; o an o ortamın getirdiği ve hep beraberlikten ortaya çıkan şeyler, albümdeki sözler. Sözler ortaya çıkınca Erdem müziğe bir şekil vermeye başlıyor. Gülce ile beraber sözleri tartışıyoruz. Ters çalışıyoruz belki. Müziği ortaya çıkardıktan sonra sözleri yazıyoruz…
Sarp Keskiner: Bundan sonra nereye gideceksin sence?
Can Gox: Hiçbir fikrim yok..
Sarp Keskiner: Bir fikrinin olmaması iyi bir şey değil mi?
Can Gox: Aynen… Benim gelecekle ilgili çok büyük hayallerim yok. İkinci albümde şu olsun, böyle şarkılar olsun, şu tarz bir müzik olsun diye bir derdim yok. Bu albüm için on senemi verdim, ne biriktirdiysem onları süzüp getirdim. Okuyan, yazan, yaşayan ve andan beslenen insanlar olarak ikinci albüme kadar bir biriktirme zamanına ihtiyacımız olacağını seziyorum sadece. İkinci albüme çok çabuk soyunacağımızı sanmıyorum. Müzik artık çok çabuk tüketiliyor ama yeni birşeyler üretmeden önce, dolmak lazım…