"İnternette yayın yapan bir gazetenin tüm sanat dünyasına sorduğu soruları, yayınladığı makaleleri “ayağa düşen politik sanat” olarak değerlendirmek… Bu terakki kafasından çekeceğimiz çoktur."
Gezi Direnişi, sadece bugüne kadar sanat adına ne ürettiğimizi ve bunun toplumla ne kadar bağ kurduğunu ortaya çıkarmadı. Aynı zamanda sanat alanındaki iktidarların –daha önce bir yazımda ifade ettiğim gibi– çözülebileceğini, yıkılabileceğini, yön ve mesafe değiştirebileceğini gösterdi.
Fakat afişe etmesi güzel! Terakki ve İttihat içinde olanları…
Her türlü toplumsal ve sanatsal olayı, etkinliği yaşarken; dönüşen her neyse onları, tanık olabildiğimiz kadarıyla mümkün olduğunca anlamak istiyoruz. Ve anlatmak da…
Zaten sanatatak.com’un kuruluş amacı da bu. Amacımız, tüm çoğulluğuyla sanat adını verdiğimiz sahneyi bağımsız bir yayın organı olarak kucaklamak… O sanat dünyasındaki iktidarlardan bağımsız ve onların farkında olarak, elimizden geldiğince çok sese yeni kaleme alan açmaya niyetlenerek…
Ve bunu yaptığımıza dair hiçbir şüphem yok…
Örneğin Gezi Direnişi sırasında, yeri geldi The Who’nun “Won’t Get Fooled Again” [Tekrar Kandırılmayacağız] adlı şarkısının sözlerini yayınladık. Veyahut Ankara ve İstanbul’dan, sanat dünyasından gelen tanıklıklara, açıklamalara yer verdik. Edebiyatçı yazar Vivet Kanetti’nin AKM ve Gezi parkının bilinmeyen tarihçesiyle ilgili kaleme aldığı yazısı kültürel algımızı ters yüz ederek yaşananlara bambaşka bir boyut kazandırdı.
Ardından sanat eleştirmeni Elif Dastarlı’nın yazısı geldi. Dastarlı, Gezi’den sonra politik olduğunu iddia eden işler gördüğümüzde ne yapacağız diye soruyordu.
Pembe dozerden sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı…
Sanatçı Kerem Ozan Bayraktar, aşağı yukarı aynı günlerde, pembe dozerin sanat mı olduğunu tartışmaya açtı…
Sanat ve hayat kavuşmuş muydu? Ve kavuştukları yerin adı Gezi Parkı mıydı? M. Kemal İz, Bayraktar’dan bu konuyla ilgili bayrağı devraldığı gibi sanatın anlamını genişletmeyi denedi.
Felsefeci Fırat Ilim, ortaçağdan günümüze Gezi parkındaki karnavalesk olanın izini sürdü.
Sosyolog Deniz Erben, katılarak gülmeye devam etmemizi salık verdi.
Böylelikle sanatatak.com ekibi olarak politik sanatın ne olduğu üzerine soru sormamız gerektiğini fark ettik. Sadece sanat nedir yetmiyordu çünkü…
Politik olduğunu iddia eden ve 1993’ten itibaren sokaktan beslenen güncel sanat pratiğinin vardığı noktayı da gözden geçirmek anlamına geliyordu bu…
Bir anket yapacaktık.
“Politik sanat nedir?” diye sormanın yanı sıra, politik bir eserden bahsetmelerini isteyecektik okurlarımızdan, sanat, akademi ve sosyal bilimler dünyasından…
1 – Bir sanat yapıtı nasıl politik olur? Olmak zorunda mıdır?
2 – Politik açıdan etkili olduğunu düşündüğünüz bir sanat yapıtı örneği verir misiniz?
3 – Günümüz sanatı içinde siyasetin ne tür bir rolü olduğunu düşünüyorsunuz?
4 – Sanatın toplumsal alandaki rolü ve etkileri nelerdir?”
Şimdi bu olabildiğince genel ve kucaklayıcı olmasına özen gösterdiğimiz, konuya ilişkin bütün kesimlerden yanıt alabileceğimizi düşündüğümüz anketimizin sorularına, kalkmış biri burun kıvırmış.
Eleştirmesi çok makbul ama burun kıvırınca olmuyor.
Her şeyden önce “Gazetecilik içinde tüketilmiş/ dedikodu malzemesine indirgenmiş çağdaş sanat tartışmaları herhalde hiç buradaki politik sanat algısında olduğu kadar ayağa düşmemiştir” diyor.
Aramızdaki ‘İttihat ve Terakki’ci’ adeta öyle buyuruyor.
Vazifeden, aydının ve sanatçının dolaşması gereken “faydalı” yerleri parmakla işaret ediyor yani…
Bu burun kıvırmadan, parmak göstermelerden Türkiye sanatı da, halkı da çok çektiği için olmuyor.
Kaldı ki sanatatak.com bir akademik yayın değil. Sadece benim tarafımdan da idare edilmiyor. Bir ekibi var ama buna akademik kurul diyemeyiz. Çoksesli bir koro diyebiliriz; demek isteriz. Aralarında genç yazarların ağırlıklı olduğu bir kadro bu…
Bu kadro, akademik yayın yapmadığı için sorularını elbette gazetecilik çerçevesinde soracaktır.
İnternette yayın yapan bir gazetenin tüm sanat dünyasına sorduğu soruları, yayınladığı makaleleri “ayağa düşen politik sanat” olarak değerlendirmek… Bu terakki kafasından çekeceğimiz çoktur.
Politik sanat belki de yoktur ve ayağa düşmeyecektir.
Bir şeyin ayağa düşeceğini muştulayan da herhalde bir “baş” olsa gerektir!
Aynı kişi, politik sanat yazılarının ”döküldüğünü” de ifade etmiştir.
Politik sanat hatta sanat, artık nasıl yüce bir mertebedeyse artık dökülmektedir.
Ve yine bir başka eleştiri sanatatak.com’un sorularının “amiyaneliği”dir.
Birine “amiyane” demek hiç akademik olmadığı gibi “amiyaneliğin” değil de “asilliğin” bir örneği olmalı.
Her zaman iddia ederim. Akademik makalelere saygım sonsuz, ama o çok aşağılanan gazete yazılarının dünyayı bazen daha çok değiştirdiği olmuştur. Dili daha iyi kullandığına, bir fikri teoriden arındırıp –tıpkı Gezi Parkı’nda olduğu gibi– hayata karıştırarak soluk alıp vermesini sağladığına çok tanık olmuşumdur.
Gazeteci perspektifi, “amiyane”, “iyi Pazar” gibi sözler, bu eleştiriyi yapan kişinin gazetecilikten anladığı kısırlığı, kendisinin birebir ve bilakis uyguladığını ve hatta çoktan benimsediğini gösteriyor.
Ama çok iyi oldu başta da dediğim gibi…
İttihatçıların ve Terakkicilerin aramızda olduğunu bir Carpenter filmi başlığı gibi “Yaşıyorlar”ı [They Live, 1988] gösterdi.
Bu zihniyetin kifayetsiz, yukarıdan ve muhteris bakışını; dur durak bilmeyen, modernleştiren kişiliğini; kimin avam olduğuna karar verirken kendisini çoktan asil kabul ettiğini, hatta varsaydığını (a priori olarak elbette) deşifre ediyor, ifşa ediyor…
Ah Türkiye’m, sen ne çektin bu zihniyetten…
Kendilerini ayrıcalıklı ve her zaman daha bilgili sananlardan. Her fikri, büyük alıntılı cümlelerle dondurmak, kimselerle paylaşmak istemeyenlerden…
Bilginin, her an bir başkasıyla yer değiştirebildiği, entelektüelin hiç olmadığı kadar bir yogi gibi esnemesi, gerinmesi, ama böbürlenmemesi gerektiği bir çağda, çağdaş uygarlığın aslında hiçbir zaman çağdaş olmadığını anlayamayanlardan… Bunu kabul etmemekte birilerini sürekli gazeteci, amiyane, aşağıda, ayakta, diyenlerin terakkinin büyük gölgesi yüzünden görme bozukluğuna asıl onların sahip olduğunu gördük ne güzel bir kez daha…
Ve evet, sakız çiğniyoruz. Her zaman da çiğneriz ve şekeri bitince tükürmemiz gerektiğini biliriz.
Her ne kadar ittihat ve diş hekimleri bunu yasaklamış olsa da biz delmesini iyi biliriz…