Atak Üç yıldız, bu kez Eminönü Levi Han’da, koşer lokantasında Haham’ın denetimi altında Eminönü’nde ekşili bir palamut yiyiyor…
Dünyanın bütün büyük şehirlerinde Kasım sonundan başlayarak 25 Aralık tarihine kadar süren kutlama havası son yıllarda İstanbul’da da moda oldu. Bu yıl Gregoryen takvime göre Kasım sonuna gelen Hanuka’yla süreç başladı. Benim için bu yılın heyecanı, yıllardır İsrail’de yaşayan iki arkadaşımın: Ceki ve Hilda, İstanbul’a gelmeleri ile başladı. Küçük oyunlar oynamayı sevdiğimden onlara buluşma yeri olarak “Kanyon” dedim… Kapıda buluştuğumuzda şaşkın bakışlarını gördüm ve gülümsedim, Ceki içinde laf tutamaz; ‘Bu ne?’ diye sordu. ‘Yeni İstanbul’ dedim… Onlar özlem gidermek istiyordu ama bana katlanmak zorunda da kalıyorlardı. Kanyon’u gezdik ve metro ile Şişhane’ ye gittik. Hilda küçük bir kız gibi sadece etrafına baktı, iç geçirdi… Şişhane ve Galata turumuz sürerken Ceki sürekli nerede yemek yiyeceğimizi sorup durdu, bendeniz her zamanki gibi onu kıvrandırmaktan mutlu bir şekilde Eminönü istikametine doğru ilerlemeye başladım… Meydana geldiğimizde ikisinin de ilk kez gülümsediğini gördüm, Pandelli ya da Hamdi geçti sanırım akıllarından. Bütün kuruyemişçiler aşure tedarikçisine dönüşmüş. Bazıları özel levhalar hazırlamış ve iyi aşure için gerekli malzemelerin listesini yazmışlardı. Biz sağ tarafa döndük, yani Hamdi et lokantası tarafına… Ceki, kendinden emin, önümüzden içeri doğru hamle yapacak iken durdurdum. ‘Biz yandaki Levi Han’a gireceğiz’ dediğimde yüzü düştü. Hanın içine girdiğimizde çuvallar ve poşetlerden oluşan enstalasyonların arasından geçtik ve merdivenleri çıktık… Anlam veremedikleri bu gezi İstanbul’un tek koşer lokantası Levi’nin kapısını açıp, Haham’la karşılaşmaları ile tam bir sürprize dönüştü. Kırk küsur yıllık Yahudi arkadaşlarım ilk defa Levi’ye geliyorlardı. Burayı Yahudi Levi kuruyor,1965 yılında İsrail’e göç kararı alınca Müslüman garson Muzaffer Yaver’e devrediyor. 40 yıldır Yaver ailesi burada hizmet veriyor. Hahambaşılığın ricası ile Koşer sertifikasının gereklerini yerine getiren aile İstanbul’da bu anlamda tek. Koşer sertifikalı olmak zor bir iş, sabah dükkân Haham ile birlikte açılıyor. Ateş, haham tarafından yakılıyor. Malzemeler gene haham tarafından kontrol ediliyor, yani kısacası bütün süreçler denetleniyor. Haham haftanın beş günü sabahtan Levi kapanana kadar orada. Burası esnaf lokantası görünümünde ama Seferad yemeklerimizi bulabileceğiniz tek yer. Bizim gittiğimiz gün, tezgahta Borikitas (Patlıcanlı Börek), Pırasa Köftesi, Kuru fasulyeli Ispanak, Lahana Dolması, Armiko de Tomat gibi yemeklerin yanı sıra ekşi soslu palamut vardı. Denizi görebileceğimiz bir masaya oturduk. Hilda ve Ceki, Haham’ın bakışlarının üzerimizde olduğunu fark ederek tabaklarına tuz döküp ekmeklerini batırarak yediler. Pırasa köftelerimizin ilk lokması ile Ceki’nin annesi Madam Marsel’i andık… Palamutlarımız tadınca, o güzel ekşiliğinin sırrını konuşmaya başladık… Yemeğin sonunda Semola yani helvamızı paylaştık. Arkadaşlarımın itirafı ilginç geldi, bizim yemekler İstanbul’da bir başka dediler. Burada Sefarad yemekleri ile ilgili teknik tatlı-ekşi kıvamına dayanıyor, soğan ve sarımsak bu mutfağa çok girmiyor. Zeytinyağı olmazsa olmazlardan, kavurma işlemi hiç yok, sade ve öz bir mutfak. Çıkışta Karaköy’e kadar yürüdük, kahvelerimizi nerede içeceğimize karar vermek aşamasında yaptığımız tur sırasında akşam ışık bayramının ilk mumunu benim evin penceresinde yakmaya karar verdik. Yedi kolu şamdanım yoktu ama yaratıcılığın da sonu yoktu. Şimdi sırada Hindi pişirme yani Şükran günü seremonisi vardı… Levi lokantası haftanın beş günü açık saat 18 gibi kapatıyorlar.