Sarah Nicole Prickett’in, “Açlık Oyunları: Ateşi Yakalamak” filmine ilişkin Artforum’da yayınlanan kapsamlı değerlendirme yazısı…
Çeviri: Müjde Metin
1) Lise, Savaşa Benzemiyor. Üniversiteye kabuller ve iş bulma piyasası savaşa benzemiyor. Reality show savaşa benzemiyor; aşk da aynı şekilde. Ergenler için olan -eleştirmenler tarafından ergenliğin alegorisi diye görülen- kitap ve filmler ikinci kez ortaya koyulduğunda, dünyayı olduğu gibi hackleyemeyenlerin, yetişkinler olduğunu fark ediyorsunuz. Açlık Oyunları kitapları ve şimdiki filmleri sahiden ne hakkında? Durum tam olarak şuna benziyor: savaş.
2) Açlık Oyunları (2012), direniş-sonrası ve Obama’12 öncesindeki bir ulusun sinemalarında gösterime girdiğinde, hepimiz onun politik oyunları temsil ettiğini konuşmak istedik. Sol görüşlü olanların çoğu, Başkent tarafından Bölgelere uygulanan sistematik fakirleştirmeyi, (komik) bir ekonomik eleştiri olarak gördü. Sağ görüşlülerin çoğuysa, daha önce defalarca kez aynısı yapılmış o eski kurgunun, can damarından geçen değerlerden biri olduğunu; “liberal elit tabakanın” veya “önemli hükümetin” bitkin çöküşünün, çalışkan ailelerle karşı karşıya durduğunu gördü. Bu taraflar arasında seçim yapmak aslında karar vermeye hiç de bağlı değil. Büyüklüğü veya belirlediği yön ne olursa olsun, bugünün hükümeti, varlıklı ve kurumsal kişilerle, Amerika’daki diğer herhangi bir toplulukla olduğundan çok daha bağlantılı. Açlık Oyunları aleminde, kontrolü elinde tutan ulus-devlet Panem’e gelince, gülünecek haldeki elit tabakası, modayı takip eden geç-kapitalist yüzde biri veya Stalin’in Rusya’sındaki Kremlinli elitleri temsil ediyor olabilir.
Güçlü olmayı başarmak, gücün nereden geldiğini unutmak demek. Bu, kuvvetin bir önkoşulu.
3) İnsanlar Açlık Oyunları’nın hem okuması zor hem de izlemesi zor olduğunu söylüyor. Bence olay bundan ibaret değil. Koltuğunuzdayken çok az şey yapmanız bekleniyor. Merak etmeniz gerekmiyor; mesela, nasıl bir adam –bir ulusun televizyonda ölümü izleyerek eğlenmesi hakkını muhafaza edebilmek için– yegâne amacı uğruna, 17 yaşındakileri, diğer 17 yaşındakileri öldürmeleri için dünyanın öteki ucuna gönderir ki?
Eğlence sektöründe yanlışlıkla doğan karşıt amaçlar sonucunda, devrimci sanat ortaya çıkabilir. Devrime niyetlenen sanat olabilir. Ama savaşın doğurduğu sanatın devriminden daha önemli bir sanat yapımı devrim yoktur. Picasso’nun Guernica’sı. Cy Twombly’nin Fifty Days Illiam’ı. Chris Burden’ın A Tale of Two Cities’i. Benim sevdiğim savaş resimleri bunlar. Devrimin tablolarına karşı çoğu zaman minnettar hissediyorum…
Savaşın sanata sebep olmasından ziyade, sanatın savaşın bir savunması olduğu daha doğru gözüküyor. Müzeler, aslında yıkıldığında yas tuttuğumuz kaleler…. Duymuş olabilirsiniz, İkinci Dünya Savaşı sonrası, CIA de soyut dışavurumculuk sanatçılarını seviyordu.
4) Her gün, eskiden asker olan 22 kişi intihar ediyor. Üstelik bu rakam sadece ABD’yi kapsıyor. Her yıl düzenlenen 74. Açlık Oyunları’nın ilk ortaklaşa kazananları olarak sistemi alt edişlerinin ardından, Bölge 12’de, Katniss (Jennifer Lawrence) ve Peeta (Josh Hutcherson), elde ettikleri zaferin aslında yenilgiye eşit kayıplar getirdiğini anlıyorlar. Can yakan kabuslarla uyanıyorlar. Tek başlarına uyanıyorlar.
Kazanabilmek için –“kameralara”– numara yaptıkları gibi talihsiz aşıklar değiller, gerçekte arkadaş bile değiller. Ama sonra yine aşıklarmış gibi davranıyorlar çünkü eğer Katniss öyle bir adamı 17 yaşındaki iki kişinin birbirlerine deli gibi aşık olduklarına ikna edemezse, o adam isyan çıkmasını engellemek için Katniss’i öldürebilir veya –daha da kötüsü– evlendirebilir. Yeni oyun yapımcısı Plutarch Heavensbee’nin (Philip Seymour Hoffman, Philip Seymour kıyafetleri içinde) fikriyle, bölgelerde karaborsalar kapanır, meydanda kırbaçlama cezaları olur, idamlar ortada hiçbir sebep yokken ikiye katlanırken; Başkent, Katniss’in düğünüyle, pastasıyla, elbisesiyle ilgili her hovarda ayrıntıyı/harcamayı yayımlıyor.
(Güya bu önemsiz kişi Marie Antoinette olduğunda sonuç devletin işine yaramıştı.) (Ya da Prens William’la evlenen Kate Middleton gibi.)
Devlet başkanı Snow, Katniss’e bunu söylediğinde, Katniss’in yanıtı şöyle oluyor: “Neden beni şu anda öldürmüyorsun ki?” Ve ona böylece güveniyorsunuz.
5) Bir asker savaşabilmek için, uğruna mücadele verdiği sebeplerden kopmak zorunda. Bu durumda ailesi, ülkesi ve kültürü; yanındaki fotoğraflardan ibaret olan bir silsileye dönüşüyor… Bu, savaş (silah arkadaşları) ve devrim (kol kola arkadaşlar) arasındaki tek fark. Ahlaki değerlerin “kazananın her şeyi alan” olduğu yerde (ki bu “kazananın her şeyi geride bıraktığı” demenin bir başka yolu), devrimin gerçekleşmesi imkansız. Arkadaşlıklar kurmak için devrimin parçası oluyoruz.
6) Amerika’da mutlak iki şey var: Savaş ve sonrası.
7) “İlyada’daki savaş süreci, tahteravalli olarak yalın bir biçimde tanımlanabilir,” diyor “The Illiad, or the Poem of Force” adlı makalesinde Simone Weil. Sadece birkaç saat önce mağlubiyeti tecrübelemiş olmasına rağmen, anın galibi kendini yenilmez hisseder; zaferine geçici bir şeymiş gibi davranmayı unutur.
Heavensbee, kazananların tüm “türlerinin” yok edilmesi üzerine yaptığı öjenik içerikli duyurusunu yaparken; Peeta, Katniss’e dostça davranmayı öğretiyor, “Kişiyi tanımalısın” diyerek. Başkente doğru hızla yol alan bir trendeler. Yakında 75. Açlık Oyunları için önceki 11 çift “kazananın” da yer alacağı arenaya tekrar çağırılacaklar. Şimdilik halen zafer turundayken, ayaklanmaların ilk kıvılcımlarını görüyorlar: Katniss’in Prim’e söylediği şarkının melodisini kalabalıklar ıslık çalıyor. İşaretler yanıp, sembollere dönüşüyor. Pencereden dışarı bakıldığında kırmızı bir çığlık gözüküyor: UMDUĞUMUZ ŞEYLER ASLA GERÇEKLEŞEMEYECEK GİBİ DURUYOR. “En sevdiğin renk nedir?” diye soruyor Peeta. Biz de üçüncü filmin devrim hakkında olduğunu böylece anlıyoruz.
8) Açlık Oyunları ve Açlık Oyunları: Ateşi Yakalamak arasındaki belirgin fark; Katniss ikinci kez arenaya girdiğinde, ekranın köşelerinin dolmasıyla filmin IMAX gösterimine geçmesi. Bu –gerçek dışılıktan ultra gerçekliğe doğru olan– devinimin etkisi süratli ve kesin. Orman sizi tamamen yutuyor. Dışarısı olduğunu bile unutuyorsunuz.
9) Aksi halde, siz dışarısı oluveriyorsunuz. Hava çok sıcak. Haraçlar, saniyeler içinde 70-Mpix kalitedeki terlerle kaplanıyorlar.
Archaeologies of the Future (2005) adlı bilim kurgu üzerine yaptığı çalışmasında, Fredric Jameson şöyle diyor:
Isı burada bedenin dış dünyaya doğru olan erimesini ifade ediyor; giysilerden dış nesnelere doğru olan saf ayrımın kaybıyla kazanılan otonomi ve özgürce hareket edebilme hakkını; fazlalaşan atığın ve fiziksel organizmayla çevresi arasındaki ilişkinin yapışkanlığın verdiği hissi; kendi kendini yıkayan nemli havayı ve ona karşı çarpan yaprakları… Yani Wordsworth’e karşı duran doğasıyla orman, kendisini bedenlerimizi yutma riski olan muazzam ve yabancı bir organizma gibi hissettiriyor.
75. Açlık Oyunları’ndaki ormanın bir geçmişi yok. Ayrımcılık yok. Sadece –Haymitch’in himayesindekilere söylediği gibi– “hayatta kalmak” var. Ormanda hayatta kalmak istiyorsunuz çünkü orada hayvansal içgüdüleriniz sayesinde hiç olmadığınız kadar canlı hissediyorsunuz. Katniss filmin ilk 110 dakikasında, yaşadığı travmalardan dolayı çok dağılıyordu. Şimdiyse olağanüstü gözüküyor. O, doğada güçlü.
10) Politikanın yokluğu yalnızca savaşta ve bazen seks sırasında tolere edilebilir. Açlık Oyunları’nda seks yok.
11) Suzanne Collins pek fazla röportaj vermiyor ve verdiğinde de gülümseyen, mutlu olması gereken, medyaya karşı eğitimli olan Katniss’in tavırlarını takınıyor.
Esinlendiği şeyler aynı döngüde: Yunan mitolojisi; Romalı gladyatör dövüşleri; “reality TV”; orduda görev alan babasından dinlediği Vietnam Savaşı hikayeleri. Genelde ona, çocuklar arasındaki şiddeti konu alan sahneleri nasıl yazdığıyla alakalı sorular yöneltiliyor. Cevapları ise her zaman hümanist, mantıklı ve kısa; soru soranla uzlaşan cinsten.
Biz yazarın yarattığı şiddeti kınamasını istiyoruz. Ama Açlık Oyunları ve Açlık Oyunları: Ateşi Yakalamak filmlerinin ikisinde de hiçbir kan rızayla dökülmüyor. Oyun yapımcıları, çocuklara ve gençlere verdikleri zarar verme ve öldürme olanaklarıyla değil, bu insanların doğuştan olan manevi değerlerini ve haklarını çalarak kötülük yapıyorlar.
Çünkü şiddet öfkeli olabilir, adil olabilir. Mazur görülebilir veya görülmeyebilir; güce karşı kullanıldığında, devrimci olabilir. Şiddet, ancak niyetle birlikte kuvvetlidir. Kuvvet ise… Neyse odur.
“Başkasının elindeki güç, ruhun üzerinde aynı şiddetli açlığın yarattığı gibi bir baskı/tiranlık kurar, zira hayatın ve ölümün gücü onun elindedir,” diyor Weil. “Üstelik bunun prensibi, durağan varlığın prensibininki kadar donuktur […] Hakikat ise bunun hiç kimsenin elinde olmamasıdır.”
12) Tarafsızlıktan daha ahlak dışı bir şey yok, doğa haricinde. “Unutma,” diyor Haymitch, Katniss’e, “gerçek düşmanının kim olduğunu.” Filmin bitimine dakikalar kala, Katniss bunu hatırlıyor ve gökyüzündeki güç alanına doğru aniden nişan alıyor.
Oyunların bilgisayarlar tarafından çok uzaklardan kontrol edilmesinin amacı, temayı fütüristik veya spekülatif yapmakla ilgili. Fakat yerdeki mücadele yine de eldeki silahlarla capcanlı bir şekilde yapılıyor. Bu artık savaşın gerçekliğini yansıtmıyor. Onun yerine, arı sürüleri –iyi değil, kötü değil, sert değil– terörün düzensiz dağılımını uyguluyor. Açlık Oyunları böylece Baudrillard yanlısı, sevimli bir nostaljik gezintiye dönüşüyor. Bu, onu izlememe yardımcı oluyor. Düşünmemi sağlıyor –ağır ağır ilerleyen tarihin bir zamanlar insanın çehresine sahip olduğunu…
Çeviri: Müjde Metin
Bu metin, ilk olarak, 22 Kasım 2013 tarihinde Art Forum’da yayınlanmıştır. Metnin özgün hali için: http://artforum.com/film/id=44211