A password will be e-mailed to you.

"Türkiye’de Orhan Pamuk’u eleştirmek, epeydir ana muhalefet partisini eleştirmek gibi: Maliyeti, sudan ucuz!"

Aşktan kastım, “sanat aşkı”.

Yeni yılın ilk  “dargınlığı”, bu küçük ama kocaman soruyu ister istemez gündeme getirdi.

Şunun için: Orhan Pamuk, geçtiğimiz günlerde Makedonya’da, Uluslararası Tabernakul Ödülü’nü aldı. Makedonya’nın mevcut yönetimi malum;  insan hak ve özgürlükleri  konusunda hiç de iyi bir sicile sahip değil. Dolayısıyla,  ödül töreninde Pamuk’a, “Ülkemizde gazeteciler içeride.  Siz bu yönetimden nasıl olup da  ödül alıyorsunuz?” mealindeki soruyu yönelten gazeteci gibi pek çok kişi bu durumu eleştirdi.

Bir sanatçının –özellikle de Pamuk gibi uluslararası düzeyde bir ismin– ödül alırken, ödülü veren kişi veya kurumların evrensel değerler skalasında hangi noktada bulunduğuna dikkat etmesi gerektiği söylendi. 

Tabii memleket çok velveleli bir dönemden geçmekte olduğundan, bu eleştiriler ufak tefek de olsa sağda solda dillendirildi; kimse –en azından şimdilik– pek oralı olmadı. Lakin bu durumun nedeni, yalnızca içinde bulunduğumuz ahval ve şerait değil. Esas önemli olan şu: Nobel öncesi verdiği malum demeç nedeniyle önce memleketin büyük  bölümünün  “gözünden düşen”  yazar, sonrasında giderek genişleyen bir muhalefet cephesi buldu karşısında.

Orhan Pamuk, uluslararası şöhretin basamaklarını tırmandıkça hakkındaki eleştirilerin dozu da arttı. Neredeyse yekpare bir şekil alan cephe öyle büyüdü ki –haydi biraz da tebessüm için yazalım–  medyada bile Hasan Cemal ve Cengiz Çandar dışında  “kimsesi” kalmadı yazarın. Belki bir de, çok eski arkadaşları olan Oral Çalışlar ve Gündüz Vassaf.

Nobel Ödüllü yazarını,  her  kesimin kendince geliştirdiği bir takım mekanizmalar nedeniyle çoktandır “gözden çıkarmış” bir memleket  burası. 

Her şeye rağmen,  “evlerinde oturan-okuyan  milyonlar” olmasa bile Orhan Pamuk’un  yazarlığına hayranlık duyan ve her kitabını heyecanla bekleyen on binler de var bu ülkede.

Sanatatak okurları, benim de bu kesimden olduğumu biliyor diye düşünüyorum.

Tekrar olsun: Nobel madalyasından azade olarak büyük bir yazar, Orhan Pamuk.

Her kitabını en az üç kere hatmetmiş bir okuru olarak, kendisini her zaman edebiyat alanında savundum.

Edebiyat dışı konularda ise şunu ifade ettim: “Adam şahsi fikirlerini söylüyor ve bu fikirlerin hayatımızı ve şeklimizi belirleme ihtimali sıfır.  Bu durumda onu, sözleri, kararları ve uygulamaları hayatımızı birebir belirleyen siyasetçilerle aynı kulvardaymış gibi bu kadar büyük bir öfkeyle ve de acımasızca eleştirmemiz doğru değil.”

Edebiyatla ilgili “ikna süreci”ne  genel cevap: “Valla, başladım bitiremedim!”

Öteki konulardaysa  “Allah ne verdiyse” şeklinde bir reaksiyon.

Fakat Makedonya Ödülü’nden sonra, iş iyice çığırından çıktı: “Gezi’de, bir yandan biber gazı yerken protestocularla göz göze gelmiş “yetmez ama evetçi” muamelesi görmekteyim” dersem, inanın.  Her bakış, her mesaj, her manidar gülüş  şöyle söylüyor: “Demedik mi?”

Türkiye’de Orhan Pamuk’u eleştirmek, epeydir ana muhalefet partisini eleştirmek gibi: Maliyeti, sudan ucuz!

Öyle olsun.

Öte yandan, “Bir yazarı ya da sanatçıyı, üretimi dışındaki söylem ve eylemleriyle  ne zaman uluorta ve  ne denli acımasızca  eleştirmeliyiz?” sorusu da ortada.  

Bu noktada herkes kendi terazisini kurar. Benimkiyse şöyle: Pamuk çapındaki büyük bir yazar,  pedofili gibi, nefret suçu gibi kabul edilemez günahlara bulaşmamış ise geçer giderim! Binlerce sayfalık, birinci sınıf bir üretimin yanında,  bundan gerisi teferruattır.

Lakin şu da var: Evet, Makedonya Ödülü, bir kalp kırılması yaratmıştır; çünkü özgürlük ve demokrasiye olan bağlılığımız da “sanat aşkı” kadar kuvvetlidir.  Dahası, işini özgürce yapmak isteyen “haberci” göz bebeğimizdir. Kişileri ve toplumları zekânın, vicdanın ve ahlakın refakatinde, olup bitenden “haberdar” etmek, kutsal bir iştir!

Kutsalı gerçekleştireni “içeriye tıkanın” ödülünü ne yapalım? Onu nereye koyalım?
 

Notlar:
 
1.Geçtiğimiz aylarda, yorumculuğuna çok hayran olduğum bir isimle ilgili yazdıktan sonra, kendisini yakından tanıyan bir arkadaşım, “Tanısan, nereye kaçacağını bilemezsin” dedi ve örnekler verdi. Moralim öyle bir bozuldu ki –o zaman,  bu zaman– açıp dinleyemiyorum adamı.
 
2.Aşkla değil; orta karar veya biraz üstü bir hayranlıkla bağlı olduğumuz bir sanatçının ufak tefeği bile mesele olabiliyor çünkü.  “Ufak tefek”ten kasıt, “Paracı. Dedikoducu. Kaba ve kırıcı. Kıskanç ve pinti vs..” Yani, herkeste-hepimizde, miktarı değişse bile olabilecek kusurlar.
 
3.Ötesi şöyle:  Sanatıyla bizi  “uçuran” sanatçı, hak ve özgürlüklerin engellenmesi, nefret suçu ya da aleni yapılan bir hukuksuzluğu-adaletsizliği  onaylama noktasında arızalı ise ağzıyla tuttuğu kuşu getirip önümüze  koysa, o kuşun eti yenmez! NOKTA!
 
4.Bitirirken, yukarıdaki  not, son hadiseye rağmen, Orhan Pamuk için değildir; çünkü “Aşk”, sabır ister!
 
5.Ve tamam: Kalp kırık ama ümit de  büyük. İsteyen;  menfaatperest okur tavrı diye eleştirsin, ne diyecekse desin. Hepsi kabulüm, bir şey hariç: Rica ederim kimse “fitneye” tenezzül etmesin!
 
6.Son olarak şu: Başladım, bitiremedim! Bu düzeyde bir üretim söz konusu olduğunda… Aslında ayıp ötesi! Lakin başka pek çok ayıp gibi televizyonlardan, gazetelerden öyle sık ve fütursuzca söylendi ki bir rahatlık geldi insanlara: Ben de! Ben de! Ben bile! Tamam başlayın, bitiremeyin. Hatta hiç başlamayın. Kaybeden kim olur?
 
7.Laf uzadı. Kayıp-“KAZANÇ!”  “telakkisi” geldi gündeme oturdu. Kime söylüyorum?! Bitsin burada bu yazı!

Daha fazla yazı yok
2024-11-02 18:34:37