41 Kere maşallah demek klişe olacağı için 41 yıllık bir rüya demiş İstanbul Film Festivali ve İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı yöneticileri… Maşallahı bizden olsun, 41. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nin. 22 Mart Salı günü The Marmara’da yapılan basın toplantısında Festival Direktörü Kerem Ayan’ın açıkladığı programda yer alan, daha önce izleyip beğendiğim filmleri de nazar boncuğu olarak dizdim yazının sonuna. İki yıllık pandemi değişikliğinden sonra olağan döneminde, olağan programını sunacak İstanbul Film Festivali. Altın Laleler yine Nisan’da açacak! 8-19 Nisan tarihleri arasında 43 ülkeden 135 uzun 22 kısa film Beyoğlu’nda Atlas 1948, Beyoğlu Sineması, Pera Müzesi Oditoryumu, Nişantaşı’nda CineWAM Premium+ City’s (Salon 3 ve Salon 7), Kadıköy’de Kadıköy Sineması ve Kadıköy Belediyesi Sinematek/Sinema Evi’de gösterilecek.
Keyifli bir açılış
7 Nisan’daki açılış gecesinde izleyiciler tiyatro ve sinemamızın çok değerli, çok deneyimli ve çok yetenekli iki aktrisinin Onur Ödülü almasına tanıklık edecek: Meral Çetinkaya ve Gülsen Tuncer. Yıllardır son derece incelikli performanslarına hayran olduğumuz Çetinkaya ve Tuncer’in ödül töreninin ardından bu yıl Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı için yarışan, En İyi Senaryo (Laila Stieler) ve En İyi Kadın Oyuncu (Meltem Kaptan) Gümüş Ayı ödüllerini kazanan Rabiye Kurnaz George W. Bush’a Karşı gösterilecek. Bir yandan haksız yere Guantanamo’ya hapsedilen ve işkence gören Murat Kurnaz’ın annesi Rabiye’nin Alman avukatıyla birlikte verdiği olağanüstü mücadeleyi konu alırken bir yandan da kahramanının mizah anlayışını yansıtan film açılış atmosferine yakışan bir iyimserlik yayıyor. Yönetmen Andreas Dresen ve filmde öyküsü anlatılan Rabiye Kurnaz dahil bütün film ekibi gösterime katılacak.
Görkemli retrospektif ve iki klasik
Sadece yedi uzun metrajlı film çekerek sinemada kendi kanonunu oluşturabilen ve kendi dilini yaratabilen ustalardan biri olan Sergio Leone retrospektifi 41. Festival’in doruk noktasını oluşturuyor. Özellikle genç izleyicilere öğrenci biletleri 10 liradan satılırken bu filmleri büyük perdede görme fırsatını kaçırmamalarını öneririm. Her ne kadar Leone’nin spaghetti westernleri Dolar Üçlemesi televizyonlarda defalarca gösterilmiş olsa da en azından başyapıtı Bir Zamanlar Amerika’da ve ilk filmi, epik bir dönem filmi olan Rodos Canavarı’nı olanca görkemleriyle izlemek başlıbaşına birer sinema deneyimi yaşamaktır.
Ellinci yılını kutlayan Francis Ford Coppola klasiği Baba’nın ve Cahide Sonku’nun yönetmen koltuğuna oturduğu, Jeyan Mahfi Ayral ve Zeki Müren’in başrolü paylaştığı Bitmeyen Şarkı’nın yenilenmiş kopyaları bu yılın iki mücevheri.
Mayınlar ve can simitleri
Mayınlı Bölge, festivalin bölümleri arasına girdiğinden beri gözdem oldu. Genellikle beğendiğim filmlerin bir kısmı bu bölüme alındı ya da izlediklerim arasından beğendiklerim bu bölümden çıktı… Ancak bu yıl MUBI sponsorluğunda Folklorik Korku türünde filmlerden oluşacağı için benim ödüm patladı! Cadıların hakedenlere büyü yaptığı kansız film keşfedersem izlerim.
Öte yandan festivalde başka mayınlar da var! Mizahına bayıldığım Norveçli yönetmen Bent Hamer başkanlığındaki Uluslararası Jüri’yi Peter Strickland’ın Flux Gourmet ve Gaspar Noe’nin Vortex’i bekliyor, örneğin. Yarışmanın geneli de biraz Berlinale’nin Carlo Chatrian döneminde konulan anti-konvansiyonel filmlerden oluşan Encounters havasına bürünmüş gibi, bu yıl…
Onur Ünlü başkanlığındaki Ulusal Yarışma’da da durum pek farklı değil. Türkiye sinemasının genel karakterini oluşturan minimalist, realist yapımlar yine çoğunlukta da olsa farklı çalışmalar göreceğiz. Bu yılın göze çarpan yeniliği farklı milliyetlerden yönetmenlerin imzasını taşıyan ama Türkiyeli yapımcıları bulunan filmlerin yer alması.
Dünyanın bütün dert ve kederleri de sinemaya birebir aktarıldığı için sadece beş film bulunan Anti-depresan bölümü dışındaki filmlerin çoğunluğu depresan! Özellikle önerdiklerimden bazıları… Festival bu, mayınların bir kısmına basınca havai fişekler patlayabilir, en iyi filmler sizi derinden üzebilir, bazı ustaların yeni filmleri de düşkırıklığı yaratabilir… Özetle can simidi yok! Dünyada ortaya çıkarılmayı bekleyen onca toplu mezar varken yeni savaşlarla yeni mezarlar kazılıyor… Madem savaş, militarizm ve şiddet karşıtıyız Klondike’ı da Amparo’yu da izlemek gerekiyor…