Gayatri Spivak “ erkekler, kadınlardan acılarını taklit etmelerini bekliyor dediğinde haklı mıydı? Zehra Doğan, cezaevi sürecinden sonra Kıraathane’de açtığı ilk solo sergisinde tiksinç olanın tanımını yeniden yaparken özgün ve feminist sanat pratiğinden emanet biçim ve estetik arayışlarını bir araya getiriyor. Sergi için M.Wenda Koyuncu ve Seval Dakman’ın ortak kaleme aldıkları yazıyı yayınlıyoruz:
Görülmemiştir
Görülmemiştir sergisi, Zehra Doğan’ının 2016-2019 yılları arasında çeşitli cezaevlerinde geçirdiği süreçte ürettiği eserlerinden oluşuyor. Zehra’nın bir Kürd kadın sanatçı olarak varoluş sancılarını, üretme tutkusunu, sanatçının malzeme ile kurduğu ilişkinin nedenselliğini ve izleyicinin imgeler üzerinden görülmeyen bir Zehra, okuması yapabilmesine olanak sağlıyor.
Sanatçının üretme tutkusu, gündelik malzemeler ve kendi bedeninin bütün kaynaklarını araçsallaştırmasıyla biçimleniyor. Zehra cezaevi koşullarında, eline geçen kısıtlı malzeme ile bazen annesinin kendisi için Kürd coğrafyasının geleneksel el sanatları ile süslediği çeşitli bezlere, çarşaflara, elbiselere, havlulara, mendillere; meyve boyaları, çay, kahve, atık malzemeler, dışkı, idrar ve adet kanıyla kendi saçlarından yapmış olduğu fırça ve çeşitli kalemlerle müdahalede bulunarak eserlerini üretiyor.
Sanatçı, cezaevi yönetimi tarafında “görülmüştür” damgası ile eline geçen malzemeleri, bedeni ve kollektif bir dayanışma ruhuyla, görülmemiş sanat eserlerine dönüştürüyor aslında gördüğümüzü sandığımız “şeylerin” hiç “görmediğimiz” dünyasına aralanıyor kapılar.
“…sanatçının bedeni, imgelere bilinçli olarak musallat olmuştur, içerde ve dışarda eril iktidara musallat olmuştur.”
Dört bölümden oluşan sergide; her oda izleyiciye, görülmemiş bir başka duygu dünyasına yolculuğa çıkarıyor.
Musallat
İlk oda Zehra’nın içkin dünyasına bir kapı aralıyor. Sanatçı, bilinçli olarak toplumsal düzeyde, “mahrem” görülen bütün sınırları tersyüz ediyor. Cezaevinde malzeme olarak kullandığı kan, Marquies De Sade’nin cezaevinde parmaklarını keserek yazmaya duyduğu tutkunun trajedyasını anımsatsa da, Zehra kullandığı kanı bilinçli olarak parmaklarından değil, cinsiyet sembolü olan adet kanıyla üretmesi, feministliğini kaptırmadan Kürd kadın bir sanatçı olarak varoluşunun temsilidir. Derrida’nın hayaletleri gibi bedenini eserleri üzerinden eril dünyaya musallat etmektedir.
Zehra, eserlerini biçimlendirirken bedenini araçsallaştırarak, ” sadece kadına olabilecek şeylerin alanını resmediyor” acıyı karakterize eden şey ifade edilemeyişidir, anlaşılması için nesnelleşmesi gerekir. Beden üzerine uygulanan politik şiddet, cinsel farklılığın anlam haritasından çıkabilir mi? İmkânsızlık koşulları içerisinde, elinizde ki malzeme bedeninizin tiksindirici atıklarından başka bir şey değilse?
Sanatçının bedeni, imgelere bilinçli olarak musallat olmuştur, içerde ve dışarda eril iktidara musallat olmuştur. Sözel olarak kaçtığınız bir gerçeklikten, duygu olarak kaçamayacağınız bir alan, tesiri güçlüdür bu nedenle sanatın affektif oluşunun en çarpıcı örneklerinden biri olarak izleyiciye bakıyor. Adet kanı da aynı minvalde dilin dışına bırakılmış kadınlığa özgün bir gerçekliğin sembolü olarak Zehra’nın işlerinde bilinçli bir maraz hali olarak seçilmiştir.
“…beden üzerine uygulanan politik şiddet, cinsel farklılığın anlam haritasından çıkabilir mi? imkânsızlık koşulları içerisinde, elinizde ki malzeme bedeninizin tiksindirici atıklarından başka bir şey değilse?”
Maraz
Gayatri Spivak “ erkekler, kadınlardan acılarını taklit etmelerini bekliyor dediğinde haklıydı. Zehra’nın işlerinde “ tiksindirici malzeme” biçim ve estetik acılara musallat olmuştur ve özgündür.
1970’lerde Feminist sanatçılar, tarih boyunca eril dilin hâkim olduğu sanatta, kadın bedenin güzellik algısını yıkmak için bedenlerini ve bedenleriyle bütünlük içerisinde olan atıklarıyla işlerini, abject art olarak yeniden tanımlamışlardır. Julia Kristeva’nın abject kavramından el alan sanatçılar, kadın bedeninin “tiksindirici” atıklarıyla sanat üretmeye başlayarak kadına ait yeni bir dil inşa etme işine girişmişlerdir Abject art üzerinden biyolojik farklılığının altını çizerken bir yandan da kültürel kodlar olan kadınlığa ait “dekoratif” “amatör” “minör” “duygusal” gibi özelliklerin, kullandıkları malzeme ile üzerine gidilmiştir. Yapısökümcü yaklaşımla kültürel çözümlemelerin sanatsal ifadelerine yönlenmişlerdir.
“…Zehra’nın sergide ki işleri ilk bakışta, 1970’lerin feminist sanatçıları ile temas eden eserler gibi görünse de, Zehra bize bambaşka bir kapı aralıyor.”
Feminist sanatçılar, abject art olarak tanımladıkları işlerde kadına ait olan tiksindirici olarak kabul edilen adet kanını bilinçli olarak kullanmışlardır. Dil olarak fotoğraf, video, happening yapmanın yanında performans olarak da kendi bedenlerini kullanmaya başlamışlardır. Dada ruhu ile yapılan happeningler, fluxus, beden sanatı, gibi oluşumlar kavramsal sanatla bağlı olarak sürdürülmüştür. Cindy Sherman, Sarah Lucas, Carolee Scheeneman, Miriam Schapiro çağının avangardı sanatçılar, işlerini atık malzemelerle yapmışlar, atölyelerinde, performans alanlarında malzemenin bilinçli seçimidir.
Zehra’nın sergide ki işleri ilk bakışta, 1970’lerin feminist sanatçıları ile temas eden eserler gibi görünse de, Zehra bize bambaşka bir kapı aralıyor.
Zehra tekniğinde benzerlik kurulabilecek bu sanatçılardan temel insanı pozisyonuyla ayrılır. Zehra tutsaktır ve malzemeyi seçme ve ya tercih etme konforundan yoksundu. Eline görülmüştür damgası ile geçmiş her nesneyi, saklamak, korumak ve biriktirmek zorundadır. Bir atölyeye sahip değildir. Annesinden, koğuş arkadaşlarından, uzaktaki dostlarından, avukatlarından kendisine ulaştırılan her masum nesneye sert ve direngen bir tutumla başka bir ruh kazandırmak zorundadır. Biriken nesneler kollektif bir kimliğe dönüşürler. Zehra’nın yaratma arzusu bir makinadır ve sadece gerçeği üretir. Tutsak olduğu alan içerisinde, eline geçirdiği malzemeleri hiç durmadan üretme arzusu, bir (var) oluş halidir.
“…Zehra tutsaktır ve malzemeyi seçme ve ya tercih etme konforundan yoksundu. Eline görülmüştür damgası ile geçmiş her nesneyi, saklamak, korumak ve biriktirmek zorundadır…”
Psişik tutkal
Zehra’nın eserlerinin tamamı onun dünyasında ki insanların izlerini taşır. Kullandığı malzemeler Kürt coğrafyasının, kültürünün izlerini anımsatır. Aynı zamanda, Zehra’nın tutsak koşullarının sadece sanat üretim bağlamında değil, etnik-kültürel alanda da yoksunluğun izlerini taşır. Kullandığı malzemeyi kısıtlı imkânlarıyla nasıl biçimlendireceğini kendisi karar verse de, bu malzemeler ile yapılan eserler kollektif bir işin parçasıdır. Zehra’nın hayatında ki insanların bu malzemeleri zoraki şartlar altında bir araya getirmesiyle, bu eserlerinin hepsi onun dünyasında ki insanların izlerini taşırlar. Bu malzemeler ile yapılan işler, kollektif bir işin parçasıdır aslında. Zehra işlerinin sanatsal tasarımını kendisi yapsa da, üretirken içerden ve dışardan bütün kadınların dayanışması ile oluşan eserler toplumsal, tarihsel ortak bir belleğin varoluşu gibidir. Bu eserler dayanışmanın bütün safhalarında bulunan kadınların, Zehra’nın annesi, koğuş arkadaşları, kadın arkadaşları arasında kadınlığa ait bir alanda ruhların arasında psişik bir tutkaldır. Bundandır ki “dekoratif” “minör” “zanaat” olarak görülen bütün malzemeler kullanılarak üretilmiş işlerinde, birbirine yaslanan ve birbirinden defalarca doğan, erkek iktidarını defalarca kusan kadınların kocaman gözlerini dikerek seyirciye baktığı işlerinde onlarca kadının birbiriyle psişik bir köprü kurarak hayata karşı direnişinin imgeleridir. Dile dökülmeyen bir alanda, birbirlerine sığındıkları, kimsesizleştikleri aynı zamanda herkes oldukları çok güçlü bir tutkal ile ruhen yapıştıkları bir alanın imgesi.
Hiza
Psişik bir tutkal gibi; zaman, mekân kavramını aşarak bir araya gelen bu ruhlar, bu dayanışma hizaya gelebilir mi? Coğrafyanın koşullarını es geçmeden, kültürel ve cinsiyet olarak kıstırılmış, kuşatılmış bir sanatçı (varlık?) sanat üreterek karanlık ve çıkışsız bir yoldan direnerek çıkabilir mi?