“AKM bir salon ya da salonlar topluluğu değil, biricik kültür merkezimizdi… Sahne sanatları ve müziğe dair gayriresmi öğrenim gördüğümüz bir okuldu…”
’80’li yıllarda ev ile okul dışında en fazla bulunduğum mekan AKM idi. Sahneye konup da gitmediğim opera ve bale temsili olduğunu sanmam… İlle de birinci parterin üçüncü sırasının ortasından temsil izleyeceğim diye kaç kere biletler satışa çıkmadan önce gişe önündeki o uzun kuyrukta bekledim… Bir keresinde Kuğu Gölü balesi için dondurucu soğukta, sabahleyin iki ayrı nöbet tuttuğumuzu hatırlarım. Bir kısmı artık aramızda olmayan ne çok sanatçıyı geldi geçti sahnelerinden. Remziye Alper’i, Elena Kenber’i, Meriç Sümen’i, Cemalettin Kurugüllü’yü, Atilla Manizade’yi, Alis Manukyan’ı, Zehra Yıldız’ı, Oktay Keresteci’yi, Hülya Aksular’ı doya doya izlediğimiz Büyük Salon’da en çok… Şimdi girsem yerimi hemen bulurum, ezberlemişim sıraları…
Konser Salonu’nda bazen bir Cuma akşamı, bazen bir Cumartesi sabahı İDSO konserlerini, ara sıra Pazar günleri Devlet Klasik Türk Müziği Korosu konserleri, denk geldikçe Oda Tiyatrosu’ndaki oyunları, sinemasındaki çeşitli film haftalarını (Macar filmleri haftası en çok etkilendiğimdi), İstanbul Festivali’nin (henüz Müzik Festivali olmadan önce) gösterilerini ve tabii ki sergi salonundaki sergileri… Adı daha İstanbul Film Festivali olmadan önce, Sinema Günleri’nden başlayarak AKM gişesinin önünde, bazen Taksim Meydanı’nı bir tur dolanan kuyruklarda bekleyerek rezervasyon yaptırmak da cabası!
Çalışma hayatımın da önemli bir bölümü AKM’de geçti, doğal olarak. Daha Milliyet Sanat Dergisi’nde çalışmaya başladığım ilk yıl 20. yılımızı kutlamıştık da AKM’de yemek verilmişti. Sonra yine yoğun bir AKM mesaisi, işle zevki birbirine karıştırma şansımı sonuna kadar kullandım. Unutulmaz temsilleri sıralıyor herkes, Maurice Bejart’ın Lausanne Balesi, Lar Lubovitch Dans Topluluğu, Rustaveli Tiyatrosu’nun Kafkas Tebeşir Dairesi, Lorin Maazel yönetiminde New York Senfoni Orkestrası, Pina Bausch, Mehmet Sander, saymakla bitmez… “Bunu da gördüm ya artık gam yemem,” diyerek kaç kez çıktım o kapıdan.
AKM bir salon ya da salonlar topluluğu değil, biricik kültür merkezimizdi… Sahne sanatları ve müziğe dair gayriresmi öğrenim gördüğümüz bir okuldu. Her bölümü ayrı değerliydi. Otoparkın altında Aziz Nesin Sahnesi bile açılmıştı, oldukça tartışmalı da olsa… Bütün bunları deneyimlememe rağmen, AKM için timsah gözyaşları dökmeyeceğim. Yılını hatırlayamıyorum ama aklımda Refahyol Hükümeti dönemi diye kalmış. AKM onarım için bir süre kapatıldı, süreç uzayınca Opera Bale sanatçıları AKM önünde durumu protesto etti. Herkes AKM’nin yıkılıp camii yapılacağından endişe ederdi o dönemde. Haberi yaptım ve Milliyet Sanat Dergisi’ne kapak oldu. Mesleğim gereği AKM’de, her pozisyonda çalışan kişiyi tanıdım. Ne çok şikayet dinledim, yıllar boyunca. Döner sahnenin yıllarca kullanılamadığını, Brecht’in Üç Kuruşluk Opera’sının temsili için ilk kez işlev kazandığını hatırlarım, ’90’ların sonu olmalı… AKM’nin yetersizliği, İstanbul’un daha büyük ve donanımlı bir kültür kompleksi ihtiyacı o kadar sık dile getirilirdi ki ne ara unuttuk bilmem. Bu AKM’nin yıllar boyu biricik kültür merkezimiz olarak verdiği hizmetin değerini düşürmez… Ama biz onu bu hale düşürdük. Siyasi hedeflerle oyuncak haline getirilmeden, çoktan yenilenmiş olması gerekirdi. Bugün AKM plaka plaka sökülürken anılarımız da içimizden sökülmezdi…