A password will be e-mailed to you.

 

Gabriel Garcia Marquez, bu yüzyılın başında aramızdan ayrıldı. Ardında tutku ve coşkuyla yazılmış dev romanlar bırakarak…. 

 Elektrikli daktilosundan vazgeçme nedenini şöyle açıklıyor: ‘Daktiloyla yazarken ortalama her yedi senede bir kitap yayınlıyordum, bilgisayarla bu süre üç yıla düştü çünkü bilgisayar çok fazla işi sizin için yapıveriyor…’

Kolombiya öncelikli olmak üzere dünyada olup biten tüm gelişmeleri net’ten takip etmek ve kola içmek iki ‘büyük bağımlılığı.’ 2005 yılında kendini ‘izne’ çıkarmış:

‘Bilgisayar başına oturmadım. Tek satır bile yazmadım. Ayrıca ne bir projem var ne de bir projeye sahip olma düşüncem. Daha önce hiç yazmadığım olmamıştı, bu hayatımın yazmadan geçen ilk senesi. Hergün sabah 9’dan öğlen 3’e kadar çalışıyordum ve bunun pratiği kaybetmemek için olduğunu söylüyordum ama işin aslı sabahları başka ne yapacağımı bilmiyordum.’

Aynı dönem keşfettiği ‘harika şey’: Yatakta kitap okumak.

Evinin girişinde yeralan ‘Meksika elişi, devasa sarı oyuncak’ Felipe Gonzalez’in hediyesi, yakın arkadaşlarından biri, ‘harika bir adamdır’ dediği Clinton, diğeri; Fidel Castro. Bir başka yakın arkadaşı Mario Vargas Llosa’yı uzun yıllar önce, kişisel bir meseleden kaynaklanan bir kavga sırasında yediği yumruk nedeniyle geride bırakmış.

Ulusal Kurtuluş Ordusu gerillaları ile hükümet arasındaki arabuluculuk çalışmalarını şöyle tarif ediyor:

‘.. Benim gibi kazanmaya alışmış bir yazar için bu müzakereler daima bir alçakgönüllülük tedavisi oluyor..’

Özel hayatını gözlerden uzak yaşamak en dikkatli olduğu konu ve çok ünlü utangaçlığına dair söyleyecekleri şöyle:’

Nobel ödüllü Avusturyalı Elfriede Jelinek gibi sosyal fobim olmalı çünkü birebir konuşmalar yapabiliyorum ama kitlelere seslenmek ödümü koparıyor. Utangaçlığım mı? En büyük avantajım, bu eve girenlerin gözü korkmuş insanlar olması. Böylesi benim için daha iyi.’

Gabriel Garcia Marquez ile Mexico’da, Pedregal de San Angel mahallesindeki evinde yapılan söyleşi ve fotoğraflar Xavi Ayen ve Kim Manresa’nın imzasını taşıyor. ‘Nobel’den Öte- Nobel Edebiyat Ödüllü 16 Yazarla Söyleşiler’ başlıklı -Doğan Kitap- kitapta Marquez ile ilgili bölümde yazarın şehirlerinde seyahat imkanı da buluyoruz…

Ün hakkında ‘.. tıpkı güç gibi, gerçeklik duygusunu bozuyor. Kişiyi yalnızlığa mahkum ediyor..’ diyen yazarı 17 Nisan günü kaybettik. Arkasında bıraktığı edebi mirasın zenginliği ve ışıltısı malum. Yazıyı, Marquez’in en ünlü ‘kahramanlarından’ Simon Bolivar’ın Magdalena ırmağı üzerinde yaptığı iki haftalık son yolculuğunun, son sahnesi ile noktalayalım:

17 Aralık 1830. Büyük Kolombiya hayali çoktan hüsrana uğramış olan Bolivar ‘yatağında ölüyor’: ‘Ölüm öncesi gelen zihin açıklığıyla odayı incelediğinde ilk kez olarak gerçeği gördü: ödünç olarak verilmiş son yatak, görüntüsünü artık bir daha göstermeyecek olan kararmış vefakar aynasıyla külüstür tuvalet masası, başka ellere yarayacak su, havlu ve sabunla birlikte bir kenarda duran çentikli porselen ibrik ve 17 Aralık günü son öğle sonrasında saat biri yedi geçe gerçekleşecek kaçınılmaz randevuya doğru koşan sekizgen saatin acımasız telaşı. O zaman kollarını göğsüne çaprazlama birleştirip, şekerkamışı değirmenlerinde akşam ilahisini okuyan kölelerin pırıl pırıl seslerini dinlemeye koyuldu ve pencereden baktığında son kez geçmekte olan Venüs’ün elmas parlaklığını, hiç bitmeyen karları, gelecek Cumartesi yasdan dolayı kapatılmış olacak evde sarı boruçiçeklerinin açtığını bir daha göremeyeceği yeni sarmaşığı, yaşamın yüzyıllar ve yüzyıllar boyunca asla yinelenmeyecek olan son parıltılarını gördü.’ –Labirentindeki General- Can Yayınları.

Notlar:

1-G.G. Marquez’in ölüm sahnesini yukarıdaki lirizmle kim anlatacak?.. Bilmiyoruz.. ancak Labirentindeki General’in, yazılma öyküsü en az romanın kendisi kadar etkileyici. Kitabın onlarca danışmanla, kılı kırk yararak ve ne kadar ağır bir işçilikle yazıldığını Marquez’in kaleminden okuduğumuz bölüm, yüksek edebiyat ve edebiyatçı hakkındaki görüşlerimizi bir kere daha çoğaltacak nitelikte…

2-Ölümle ilgili bir başka lirik tarif bu defa bizden. Ölümü ‘ayakta’ gerçekleşen Tanpınar diyor ki; ‘Bizim, nabzımızı dinleyerek bulduğumuz, şuurunu beraberinde getirdiğimiz, ölçtüğümüz, biçtiğimiz, her şekilde tasarrufa çalıştığımız, her türlü icat, ihtira, ihtiras, vehim, vesvese, şiir ve sanatı, her şeyi içine attığımız halde bir türlü dolduramadığımız zamanın karşısında ne kadar küçüğüz! Bir gün, ömrümüzün her türlü arızasiyle doldurmaya çalıştığımız bu çukur birden kıpırdanır. Ebediliğin hesaplarını yapan insanoğlunu, birdenbire genişleyen küçük bir an yutar, her şey silinir.’ – Yaşadığım Gibi- TKE Yayınları.

3-Ve.. Bu defa Türk Edebiyatı’nın iki önemli ismi bir arada. Bakınız Yaşar Kemal, şairin ölümünü nasıl yaşamış: ‘1950’de Orhan Veli öldü. Bu ölüm bana çok ağır geldi. Onun öldüğünü gazetede okuduğum gün, bütün kasabada akşama kadar dolaşıp Orhan’ın öldüğünü önüme gelene söyledim. Hiç kimse aldırmadı. Bu da bana çok koydu. Yalnızlıktan bunaldım. Koskocaman, büyük şair Orhan Veli ölmüş, buna hiç kimse aldırmıyordu. Kimsenin tüyü bile kıpırdamıyordu. O gün kasaba bana cehennem gibi geldi.’- Yaşar Kemal Kendini Anlatıyor- Alain Bosquet ile Görüşmeler- YKY.

4-‘Nobelden de Öte’ kitabında sözü edilen 16 yazardan biri de Orhan Pamuk. Pamuk’un seyyar satıcıdan enginar alırken ve ofisinde kahkahadan kırılırken verdiği çok şık fotoğrafların eşlik ettiği söyleşide elbette, başrolde yine: İstanbul.

5-Yüzyıllık Yalnızlık başta olmak üzere bütün romanlarında yaşadığı ülkenin ve kıtanın gerçeklerini muhteşem kurgu ve düş gücüyle bizlere anlatan Marquez, kendisiyle aynı dönemde yazan diğer Latin Amerikalı edebiyatçılarla birlikte kimbilir kaç kuşağa o coğrafyayı merak ettirdi. O toprakları ilgi- cazibe odağı yaptı. Tıpkı 19. yy Rusya’sını okurlar için muhteşem ülke haline getiren Rus yazarlar gibi.. Ülkeler, yerel gerçekleri evrensel olanla harmanlayan büyük yazarlarına çok şey borçlu. Aynı borç İstanbul’u- Türkiye’yi anlatan bizim edebiyatçılarımız için de geçerli. Bitirirken soru şu olsun: Onlar için ne yapıyoruz?

Daha fazla yazı yok
2024-12-22 11:13:02