A password will be e-mailed to you.

14. Bienal, Vasıf Kortun ile kaybettiği "kayıp kıta"yla tekrar barışmak istiyor sanki. Pentür, kavrama sığamayacak konvansiyonel işler, füzen ve de çizgi tekrar buyur edilmiş mekana.

Kendimce bienalin 2. etabını dolaştım. Galata Rum Okulu’ndaki işleri başarılı bulduğumu söylemeliyim. Bienalin karmaşık metnine rağmen etkileyici ve “kavrama sığmayacak” yapıt ve yerleştirmeler var. Okul avlusundaki yelken, sandal ve de paçavrayla harman kum yerleştirmesi mekanın etkisiyle daha da güçlenmiş.

Anna Boghiguian paçavra yelkenlerin asimetrisiyle oluşturduğu çatı parçalanmış sandallar ve dökülen çuvallar ile bir hikaye kuruyor. Romantizmin en sarsıcı kompozisyonlarından Theodore Gericault’nun salı ve kazazedelerinden, Caspar David’in buzula toslamış gemi enkazına birçok referansı düşündürüyor.

Anna Boghiguian “enkaz estetiğini” günümüze düşürmeye çalışmış sanki. Mülteciliğin, çekip gitmenin arkada bırakılan cürufun trajedisini duyumsuyorsunuz. Yelken parçaları, yıpranmış bez esmese de ıssız bir rüzgarı duyumsatıyor… Evet sadece rüzgar eksik yerleştirmede sanki; tuz ve kumu uçuşturacak bir esinti…

Üst katta Prabhakar Puachpute, “Bize Kalan Mavi Su” adını taşıyan bir duvar resmi gösteriyor. Çizgiselliği ve dışavurumu ile bienalde görmeye alışık olmadığımız bir resimsellik var. Metni gerektirmeyen bir seyir istiyor izleyenden. Aşağıda parçalanmış sandaldan fırlayan bir olabilir. Ya da hiçbiri.

Neşet Günal’ı anımsatan bir boya sürüşü var sanatçının. Toz ve sarıyı, bozkırı duyumsuyorsunuz. Kesilen boğazdan fışkıran maviliği görüyorsunuz. Başka bir odada, el feneriyle girdiğiniz karanlık odada madencileri heykellerini aydınlattığınızda Soma’yı ve binlerce yeraltı işçini düşünüyorsunuz. Hatta aynı karanlığı ve boğuculuğu yaşıyorsunuz. Bienal’in 5 Eylül’deki basın toplantısında, bienal ekibinden Süreyya Evren bana yaklaşıp, seveceğin işler olacak özellikle Galata ve İstanbul Modern’de demişti. Müstehzi bir gülüş vardı yüzünde. Galata ve İstanbul Modern’i gezince ne demek istediğini anladım.

Ee yıllardır güncel sanatın kolaycılığını eleştirince adımızın modernist ve resim savunuculuğuna çıkması normal. Açıkçası rahatsızlığım da yok. İstanbul Modern video ve yerleştirmelerin yanında neredeyse pentürün buyur edilmesine dönüşmüş. İşte bu ilginç. Salonda Taner Ceylan yorumuyla Giuseppe Pellizza da Valpedo’nun ünlü “Dördüncü Kuvvet” resmi karşılıyor sizi. Bernardo Bertolucci’nin 1990 filminin jeneriğinde de yer alan bu resim 19. Yüzyıl sosyalist mücadelelerinin amblemlerinden biriydi. Yan yana yürüyen köylüler, işçiler ve kadınlar mücadelenin ve “dünyayı sarsan günlerin” umudunu adımlıyorlardı. Zola’nın romanlarından fırlamış gibiydiler…

Hemen yanındaki Taner Ceylan’ın da Valpedo portresini de sevdim. Güçlü bir boya sürüşü. Herkesi sayamayacağım elbette; Bedri Rahmi’nin görmediğim bir kağıt işi de vardı. Şunu çok açık söyleyeyim; Bienal Vasıf Kortun ile kaybettiği kayıp kıtayla tekrar barışmak istiyor sanki. Pentür, kavrama sığamayacak konvansiyonel işler, füzen ve de çizgi tekrar buyur edilmiş. Güncel sanattaki dökümantasyon, enstalasyon, video ve sıkıcılaşmış “şablon” işlere ya da text’in “kuş kondurma” krizine karşı oluşmuş bir barışma çağrısı bu. Ben öyle yorumluyorum.

Devamı gelecektir. Öyle umuyorum.

Daha fazla yazı yok
2024-11-02 17:22:34